İfade özgürlüğünin serbestçe kullanılması, toplumun bir arada ve barış içinde yaşamasını sağlayan temel ihtiyaçlardandır. İfade özgürlüğü toplumda kanaat oluşumunun ve kamusal tartışmanın varlığını mümkün kılacak en büyük demokrasi aracıdır. Bu doğrultuda ifade özgürlüğü, iç hukukta birçok devlet tarafından anayasal düzeyde ve/veya uluslararası sözleşmelerle koruma altına alınmıştır.
Söz konusu uluslararası sözleşmelerin başında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (“AİHS”) gelmektedir. Türkiye de bu sözleşmeye taraf bir devlet olduğundan, Sözleşme kapsamında korunan hakların ihlali durumunda sorumluluğu doğacaktır. Türkiye’nin en sık ihlal ettiği Sözleşme maddesi ifade özgürlüğünün düzenlendiği 10. maddedir. Sözleşme maddelerinin ihlali Avrupa İnsan Hakları Mahkeme’sinde (“AİHM”) dava konusu haline getirilmektedir. Türkiye açısından en çok mahkumiyet ifade özgürlüğünün ihlaline dair kararlardan kaynaklanmaktadır. İfade özgürlüğü insanın iç dünyasını, düşüncelerini başkalarına açıklamasını temel alan bir kavramdır. İfade Özgürlüğü demokratik toplumun varlığı için olmazsa olmaz bir haktır. AİHM kararlarıyla iktidarların ifade özgürlüğüne müdahaleleri durumunda hak ihlallerinin engellenmesine çalışılmaktadır. Toplumsal yaşantıda ise ifade özgürlüğüne müdahale daha çok edebiyat ve sanat eserlerinin yayımlanmasında ortaya çıkmaktadır.
Son zamanlarda Türkiye’de dikkat çeken kararlardan bazıları edebiyat ve sanat eserlerinin müstehcenlik iddiasıyla sansürlenmesi hakkındadır. Burada müstehcenlik iddiası ifade özgürlüğü başlığı altında değerlendirilmelidir. Müstehcenlik konusunda birçok tartışmanın çıkmasının sebebi, bu terazinin bir tarafında ifade özgürlüğü otururken; diğer tarafında genel ahlakın ve çocukların korunması hususlarının yer almasından ileri gelmektedir. Buradaki dengeyi sağlayacak olan kurallar titizlikle düzenlenmelidir ki, açıkladığımız üzere demokratik toplumun gereklerinden olan ifade özgürlüğü zedelenmemelidir. Türk hukukunda ise müstehcenlik 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu (“TCK”) kapsamında 226. maddede düzenlenmiştir. Madde kapsamında sanat eserleri korunmaya alınmış olsa da eserlere müstehcenlik suçuyla dava açılmakla beraber, sanatçılar aleyhine kararlar oluşturulmaktadır. Burada açıklığa kavuşturulması gereken asıl nokta müstehcenliğin tanımıdır. İlgili maddede bununla ilgili bir tanımın olmaması, sınırların belirlenememesine sebep olmaktadır.
AİHM’in Türkiye aleyhine verilmiş Akdaş v. kararı müstehcenlik suçu ile açılmış olan bir davadır. Bu kararda AİHM, mahkeme müdahalesinin demokratik toplumun şartlarında uygun olup olmadığını tartışmıştır. AİHM devlet otoritesinin sınırsız olmayacağını bildirmiştir. AİHM kararıyla, devlet otoritesinin haiz olduğu bu yetkinin AİHS 10. maddesini ihlal etmek suretiyle Akdaş v. kararıyla aşıldığını, bu anlamda devletin müdahalesinin orantılı olmadığını ve zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamadığını hükme bağlamıştır.
TCK 226. maddeye dayanarak açılan davalar incelendiğinde çoğunun çeviri eserler olduğu görülmektedir. Bu sonuç ise Türkiye’deki ifade özgürlüğüne yapılan oto sansürün boyutlarını gözler önüne sermektedir.
Hukuk Desteği