Anayasa’nın 40/2. maddesine göre, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.”. Anayasa maddesinden anlaşılacağı üzere; her ne kadar kanun yollarına başvuru süresi Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda (“HMK”) belirtilmiş, kesin ve hak düşürücü süre olsa dahi, mahkemeler kararlarında başvuru mercilerini ve başvuru süresini belirteceklerdir. Kanun koyucu Anayasa’da yer alan ilgili düzenlemeye paralel olarak HMK madde 90/1’de “Süreler, kanunda belirtilir veya hâkim tarafından tespit edilir. Kanunda belirtilen istisnai durumlar dışında, hâkim kanundaki süreleri artıramaz veya eksiltemez.” düzenlemesini öngörmüş ve hakimlerin süreleri tayin etme yetkisini sınırlandırmıştır.
Kanun yollarına başvuru süreleri HMK’nun 345. ve 361. maddelerinde düzenlenmiştir. Kanun koyucu ilgili düzenlemedeki süreleri kesin süre olarak öngörmüş ve bu süreler hakkında hakimlerin herhangi bir tasarrufta bulunmasına olanak tanımamıştır. Her ne kadar hakimlerin bu sürelerde tasarrufta bulunma olanağı olmasa da mahkeme kararlarında kanun yollarına başvuru sürelerinin kanunda açık düzenleme olmasına rağmen farklı gösterilebildiği görülmektedir. Bu kararlar tarafların hak kayıplarına neden olmakta ve avukatların müvekkillerine karşı sorumluluklarını etkilemektedir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu “… Sulh Hukuk Mahkemesi kararlarının 8 gün içinde temyiz edilebilmesine rağmen yerel mahkemece kısa kararda temyiz süresinin ‘iki hafta’ olarak belirtilmiş olması nedeniyle davalı vekilinin kararının tebliğinden itibaren 11 gün sonra verdiği temyiz dilekçesinin kabul edilme imkânının olup olmadığı değerlendirilmiştir… Temyize ilişkin süreler de yasa tarafından düzenlenen kesin sürelerdir ve re´sen gözetilmesi gerekir… Genel Kurul görüşmeleri sırasında bir kısım üyelerce; mahkeme kararında yanlış belirtilen sürenin davanın tarafını yanıltmasından kaynaklanan hak kaybının önlenmesinin gerektiğini ve temyiz incelemesinin yapılmasının gerektiğini belirtmişler iseler de kurul çoğunluğunca bu görüş kabul edilmemiştir…” kararı ile hakimin kanun yoluna başvuru süresini yanlış belirlemesi neticesinde kanunda öngörülen süreden sonra başvuru yapılması halinde başvurunun usulden reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna varmıştır.
Anayasa Mahkemesi ise önüne gelen bir başvuruda “Anayasa Mahkemesi bu başvuruda, dava açma sürelerini düzenleyen son derece karışık ve dağınık olan mevzuatın aşırı şekilci (katı) yorumunun mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini, özellikle başvuru mercii ve süresi doğru gösterilmeyen işlemlerle ilgili davalarda mahkemelerin usul kurallarını yorumlarken mahkemeye erişim hakkını zedeleyecek şekilde katı yorumdan kaçınmalarının gerektiğini belirterek somut olay açısından icra müdürlüğü işlemlerine karşı yapılan şikâyeti inceleyen icra hukuk mahkemesinin kararına karşı Kanun’da on günlük temyiz süresi öngörüldüğü halde mahkemenin kısa ve gerekçeli kararında süreyi on beş gün olarak gösterdiğini, bu açıdan başvurucunun belirtilen süreye güvenerek hareket etmesinin makul görülmesi gerektiğini, kararda belirtilen süre içinde talepte bulunan başvurucunun temyiz dilekçesini reddeden Yargıtay değerlendirmesinin başvurunun temyiz hakkını kullanmayı imkânsız kılacak ölçüde ve aşırı şekilci bir yaklaşımla elde edildiği ve kararın başvurucunun mahkemeye erişim hakkını zedelediğini belirtmiştir…” Yargıtay tarafından verilen kararın tersi yönünde hüküm kurmuş ve mahkemelerin yanlış süreler belirtmesi halinde tarafların bu sürelere uygun kanun yollarına başvurularının usulden reddedilmemesi gerektiği sonucuna varmıştır.
Öğretide ise mahkemelerin süreleri ilgililere yanlış bildirmeleri durumunda nasıl bir yol izlenmesi gerektiği hakkında fikir birliği bulunmamaktadır. Pekcanıtez/Atalay/Özekes’e göre, mahkeme kararlarına karşı başvurulacak kanun yolu ve süresi, HMK’nın 297/1-ç maddesi uyarınca kararda yazılması gereken zorunlu unsurlardandır. Kanun yolu süresinin yazılması, özellikle hukuku bilmeyen tarafara başvurabilecekleri kanun yolunu ve süresini göstererek kararın hukuka uygunluğunun denetlenebilmesini sağlamaktadır. Hâkim, kararında temyiz süresini kanunun gösterdiğinden daha uzun bir süre yazmışsa bu süreye riayet ederek başvuruda bulunan tarafın başvurusu reddedilmemelidir.1 Farklı görüşte olan Yılmaz’a göre ise, hâkim, kanunun kesin olarak öngördüğü süreleri vereceği kararla kesin olmayan hâle getiremeyeceği gibi, kesin süre içinde yapılmayan işlem için yeni bir süre de veremez. Bu nedenle hâkim, söz gelimi onbeş günlük temyiz süresini oniki güne indiremez veya yirmi güne çıkartamaz. Keza tebliğle başlayan bir sürenin başlangıcını tefhim yahut tefhimle başlayan sürenin başlangıcını tebliğ olarak belirleyemez; temyiz yolu kapalı olan bir davada temyiz yolunu açamaz. Hükümde bu söylenenlerin aksinin yazılı olması durumunda, kanundaki hükmün geçerli olması gerekir.2
Kanaatimizce; mahkeme kararlarının zorunlu unsurlarından birinin de taraflara kanun yolları ve başvuru sürelerinin gösterilmesinin gereği karşısında; mahkemeler sadece zorunlu unsurları göstermekle yükümlü olmayıp doğru belirtmek ile de yükümlü olduklarından devletin egemenlik hakkını kullanmaya yetkili olan mahkemelerin kararlarına itimat eden ve gösterilen sürelere riayet eden tarafların bu süreleri uygun başvurularının reddedilmesi hak arama özgürlüklerini ve adalete ulaşma haklarını kesin olarak ihlal edecektir. Hak kayıplarını önlemek ve adalete erişimde aksaklık yaşamamak adına, mahkemelerin kanun yollarına başvuru süresini yanlış göstermesi neticesinde bu sürelere uygun yapılan başvuruların usulden reddedilmemesi gerektiği düşüncesindeyiz.
Hukuk Desteği
1- Hakan Pekcanıtez/Oğuz Atalay/ Muhammet Özekes, Medenî Usûl Hukuku, Ankara 2013, s. 264, dn.1
2- Ejder Yılmaz, “Hukuk Muhakemeleri Kanununda Süreler, Prof. Dr. Aydın Zevkliler’e Armağan, C. III, İzmir 2013, s. 3171-3172.