Bir önceki yazımızda iş yargısında hayatın olağan akışına aykırılık kriterinin uygulandığı Yargıtay kararlarından bahsetmiştik (Lütfen bkz…) Bu yazımızda diğer karar örneklerinden söz edeceğiz. Hayatın olağan akışına uygunluk kriterini oldukça geniş bir alanda uygulayan Yargıtay’ın, bu kriteri uygulamasına aşağıdaki örnekler de verilebilir:
Yargıtay bir kararında[1]; “Davacı kadın dava konusu edilen ziynet eşyasının davalıda kaldığını ileri sürmüş, davalı koca ise onun tarafından götürüldüğünü savunmuştur. Hayat deneylerine göre olağan olanın bu çeşit eşyanın kadının üzerinde olması ya da evde saklanması, muhafaza edilmesidir. Başka bir anlatımla bunların davalı tarafın zilyetlik ve korumasına terk edilmesi olağan durumla bağdaşmaz. Diğer taraftan ziynet eşyası rahatlıkla saklanabilen, taşınabilen, götürülebilen türden eşyalardandır. Bu nedenle evden ayrılmayı tasarlayan kadının bunları önceden götürmesi, gizlemesi her zaman mümkün olduğu gibi evden ayrılırken üzerinde götürmesi de mümkündür. Bunun sonucu olarak normal koşullarda ziynet eşyalarının kadının üzerinde olduğunun kabulü gerekir.” diyerek, davalı kocanın ziynet eşyalarının davacı kadın tarafından götürüldüğüne yönelik iddiasını hayatın olağan akışına uygun bulmuş, aksinin ispatının davacı kadının üzerinde olduğunu ifade etmiştir. Böyle bir olayda eğer davacı kadın evden ayrılmasının zorla ve ani olduğunu ispat ederse, davalı kocanın iddiasını çürütmüş olacak ve artık aksini ispat yükümlülüğü davalı kocaya geçecektir.
Bununla birlikte, hayatın olağan akışı kriteriyle birbiriyle çelişkili sonuçlara ulaşıldığı da uygulamada görülmektedir. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 4404/3965 sayılı kararında, “Davalının raporla verilen dinlenme süresi içinde işyerinden ücret aldığı, hüküm yerinde de kabul edilmiştir. İş hayatında kural olarak, lütuf ve ihsan değil, belli çıkar söz konusudur. Bir başka söyleyişle işverenin ücreti, lütuf ve ihsan değil, yapılmış bir işin karşılığı şeklinde ödenmiş bulunduğunu kabul etmek, iş hayatının gereklerine uygun düşer. Bu durumda davalının raporlu bulunduğu süre içinde dinlenmeyerek çalışmış olduğu sonucuna varmak, normal ve tabii bir düşünüş olur. Hayatın olağan yürüyüşüne dayanan tarafın iddiasını ispatla yükümlü bulunmadığı ispat hükmünün başlıca esaslarındandır. Böyle bir durumda ispat yükü yer değiştirir ve olağan yürüyüşün aksini iddia eden taraf ispatla yükümlü tutulur” diyerek, davalı işçiye raporlu olduğu süre içerisinde ücret ödenmesi karşısında, işçinin çalışma gerçekleştirmesi olgusunu hayatın olağan akışına uygun bulmuştur.
Görüldüğü gibi aynı olay “normal durum” ölçütüne göre farklı yönlerden değerlendirilebilmekte ve birbirine ters sonuçlara ulaşılabilmektedir. O halde bu ölçütü ispat yükünün dağılımında kullanmak, ihtiyatlı olmak kaydıyla mümkün olabilmelidir. Zira birbirine ters veya çelişen hayat tecrübesi kurallarının varlığı halinde ulaşılan sonuç kuşkulu olacaktır.
Hukuk Desteği
[1] HGK, 2014/6-31 E. 2015/1528 K.