Bir önceki yazımızda (Lütfen Bkz.) kişilik hakkı kavramından, kişilik haklarından ve avukatın baroya haksız yere şikayet edilmesinin şeref ve haysiyeti ihlal edici bir eylem olacağından bahsetmiştik. Bu yazımızdaysa şeref ve haysiyetin ihlali halinde Türk Medeni Kanunu (“TMK”) kapsamında, faydalanılabilecek koruma yollarını ele alacağız.
Kişilik haklarının korunması TMK’ye göre iki şekilde gerçekleştirilebilmektedir. Bunlardan ilki koruyucu davalar (ihlal tehlikesinin önlenmesi, ihlalin sona erdirilmesi ve ihlalin tespitine yönelik davalar), ikinciyse tazminat davalarıdır.
Diğer tazminat davalarında olduğu gibi, burada da kişilik hakkı ihlal edilen kişi herhangi bir zarara (maddi/manevi) uğramışsa tazminat davası açarak zararının tazmin edilmesini isteyebilir. Manevi zararın tespiti, maddi zararın tespiti kadar kolay olmayacağından; manevi zarara uğrama kriteri açısından, iki temel görüş kabul edilmektedir. Bu iki temel görüş şu şekildedir:
- Manevi bir zarardan söz edilebilmesi için kişilik değerlerinde objektif olarak bir eksilmenin meydana gelmesi yeterlidir, ayrıca kişinin acı ve keder duymasına gerek yoktur. (Objektif Görüş)
- Manevi bir zarardan söz edilebilmesi için kişilik değerlerinde objektif olarak bir eksilmenin meydana gelmesi yeterli değildir, ayrıca kişinin acı ve keder duyması da gerekir. (Sübjektif Görüş)
Objektif görüş benimsendiği takdirde, her kişilik hakkı ihlali bir manevi tazminat davasına sebebiyet vereceğinden bu görüş öğretide ve uygulamada pek isabetli görülmemiştir. Öğreti ve uygulamanın benimsediği temel görüş, sübjektif görüştür.
“Eldeki davada, davalının vekâlet ilişkisinin sona erdiğine ve davacıyı ibra ettiğine dair imzalı bir yazı vermiş olmasına rağmen, davacının ibranameyi kaybetmesi üzerine davacı hakkında gerek Cumhuriyet Savcılığına, gerek İstanbul Barosuna şikâyet dilekçeleri vermek, gerekse hukuk mahkemesinde tazminat talebiyle dava açmak suretiyle hak arama özgürlüğünün kötüye kullanıldığı, Anayasal şikâyet hakkının sınırlarının aşıldığı ve böylece davacının kişilik haklarına saldırıda bulunduğu hususunda herhangi bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Bunun yanında davacı lehine hükmedilen manevi tazminat miktarına da bakıldığında olay tarihi, taraflar arasındaki olayların gelişim şekli, hakkındaki şikâyetler üzerine soruşturma ve dava sürecinde davacı tarafından yaşanan üzüntü ve endişe, mesleki ve kişisel itibar kaybı ile tarafların ekonomik ve sosyal durumları dikkate alındığında, hükmedilen manevi tazminatın miktarı makul olup, objektif ölçülere göre takdir edildiği ve fazla olmadığı kanaatine varılmıştır.” (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 2017/4-1372 E., 2018/1106 K., 16.5.2018 T.)
Haksız fiilden doğan diğer manevi tazminat davalarında yargı, genel olarak belirli bir miktarda paraya hükmetse de şeref ve haysiyetin ihlalinden kaynaklanan manevi tazminat davalarında bir miktar paradan ziyade -ihlale uğrayan kişiyi daha çok tatmin edeceğinden- saldırının yöneldiği kişiden özür dilenmesi, ihlali gerçekleştiren kişinin gazete yoluyla kınanmasına karar verilmesi gibi edimlere de hükmedebilmektedir. Belirtilen tazmin yolları hakkında Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin ilgili kararını alıntılamaktayız; Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 2014/5445 E., 2014/7387 K., 7.5.2014 T.; “Bahsedilen madde gereği diğer tazmin yöntemleri konusunda örnekseme yapılarak haksız saldırının kınanması ve kınama kararıyla birlikte bu kararın basın yoluyla ilan edilmesi yöntemlerine değinilmişse de bu yöntemler sınırlı olmayıp hakimin takdirine bırakılmıştır. Bu bağlamda, özür beyanı, isnadın geri alınması vs. bir tazmin şeklinin benimsenmesi de düşünülebilir…” şeklinde hüküm kurmuştur.
Hukuk Desteği