Ülkemizin 18.5.1954 tarihinde onaylayarak taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (“AİHS”) mülkiyet hakkını esasen üç ilke üzerine oturtmuştur. Bunlar kısaca:
- genel olarak mülkiyet hakkına saygı,
- kamu yararı nedeniyle hukuka uygun şekilde mülkiyet hakkından yoksunluğun meşruluğu,
- kamu yararına uygun şekilde mülkiyet hakkının kullanım düzenlenmesinin meşru bir müdahele sayılması.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (“AİHM”) önüne gelen dosyalarda incelemesini yukarıdaki ilkelerin ihlal edilip edilmediği noktasından hereketle gerçekleştirmektedir. Örneğin, 23.9.1982 tarihli Sporrong ve Lonnroth kararında AİHM, bu iki başvurucunun iki taşınmazına birinin 25, diğerininse 12 sene boyunca hukuken yasaklı olarak inşaat ruhsatı verilmediğinden yola çıkarak kiralama, satma gibi tasarruf işlemlerinde kısıtlandıkları tespitiyle doğrudan mülkiyet haklarına el konmadığı fakat bu yasaklamalarla sanki el konulmuş gibi hakkın özüne dokunan sonuçlara sebep olunduğu neticesine ulaşmıştır.
AİHM, dosyaları incelerken sırasıyla önce ortada korunacak bir mülkiyet hakkının olup olmadığını araştırır. Sonra buna tecavüz eden bir el koymanın varlığına bakar. Daha sonra, el koymanın olduğunu tespit ettiğinde ise, bu el koymanın haklı nedenle yapılıp yapılmamasına göre barışçıl yararlanma hakkını değerlendirir.
AİHM, el koymanın değerlendirilmesinde bireysel yararla kamusal yarar arasındaki dengeye de bakmaktadır. Orantılılık burada da önemli bir parametre olarak belirir, zira her olayın somut özelliklerine göre inceleme yapan Mahkeme, bazı dosyalarda ödenen tazminatları orantılılık gereği malın değerine göre az bulmaktadır.
Hukuk Desteği