Av. Sevcen CAN & Av. Yasemin ÇORAK
“HAYATIN OLAĞAN AKIŞI” KAVRAMI
Bir önceki yazımızda ispat yükü kavramına ve temel ispat yükü kuralına bir giriş yapmıştık (Lütfen bkz…). Bu yazımızda hayatın olağan akışına aykırılık kavramını açıklayacağız.
İspat yükünün belirlenmesine ilişkin temel kuralın istinaları; fiili karineler veyahut hayatın olağan akışına aykırı vakıaların ispatı, ispat yükünün kanunla belirlendiği haller ve kanuni karineler olarak sayılabilir. Doktrinde birçok yazar ispat yüküne ilişkin temel kuralın en önemli istisnasının “normal durumun aksini, onu iddia edenin ispat edeceği” ilkesi olduğunu belirtmektedir[1]. Bir durumun normal olup olmadığı da genel yaşam deneyimine ve o çevredeki genel sosyal kabullere göre belirlenmektedir.
“Hayatın olağan akışına uygunluk” kavramı, bir olgunun normal yaşam tecrübelerine göre doğal ve olağan sayılması, birtakım davranışların insanların geneli tarafından sosyal yapı içerisinde sürdürülegelmesi olarak ifade edilebilir. “Hayatın olağan akışı” ifadesi yerine “yaşam deneyi kuralları”, “tecrübe kuralları” ve “fiili karineler” ifadelerinin de doktrinde ve yargı kararlarında kullanıldığı görülmektedir. Fiili karine kavramı kısaca, hakim tarafından, bilinmeyen bir vakıa için, bilinen bir vakıadan sonuç çıkarılması anlamına gelmektedir. Fiili karineler, tarafların olay iddialarının doğruluğu veya bir delilin güvenilebilirlik derecesi hakkında hakimin kanaat edinmesine yarayan, yaşam tecrübelerinin ortaya koyduğu değer hükümleri olarak da tanımlanabilir. Bunlar kanundan doğmaz, hayat tecrübelerinden çıkarılan sonuçlardır.
“Hayatın olağan akışı” kriteri, Yargıtay ve diğer üst derece mahkemelerinde, pek çok alandaki hukuki problemlerin çözülmesinde, bir yorum kuralı olarak kullanılmaktadır. Yargıtay, “hayatın olağan akışı” kriterini olayların sebep sonuç ilişkisine uygun olarak gerçekleşip gerçekleşmediğinin irdelenmesi, sosyal yapı içerisinde olağan karşılanacak türden olup olmadığının belirlenmesi şeklinde anlamaktadır[2].
Hukuk her ne kadar soyut kurallardan oluşmakta ise de sosyal yapı, bu kuralları kuşatacak genişlikte ve canlılıkta olduğundan, değerlendirmeye çalıştığımız bu kriter, doğruya ulaşmakta önemli bir fonksiyon icra etmektedir. Soyut hukuk kuralları ile doğruyu ve gerçeği bulabilmek için, hayatın olağan akışının da göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Bu kuralların hukuki problemlere uygulanmasında, hayatın olağan akışına aykırı bir durum yoksa, adaletli kararlar verilmiş olmaktadır[3].
Hayatın olağan akışına uygunluk kavramının veyahut fiili karinelerin ve yaşam tecrübelerinin ispat faaliyeti bakımından değerlendirilmesi konusunda doktrinde çeşitli görüşler bulunmaktadır.
Alman Hukuku’nda bir görüş; fiili karineye yani tecrübe kuralına güç ve etkinlik veren bir hukuki kaynak veya yargısal kanaat olmadığı sürece ispat yükünün ters çevrilmesinden, karineden, ispattan söz edilmesinin anlamsız olacağını ileri sürmektedir[4]. İsviçre Hukuku’nda bir görüş fiili karinenin ispat yükünü etkilemeyeceğini benimsemektedir. Türk Hukuku’nda da fiili karineler ve hayatın olağan akışı kriterine ilişkin farklı görüşler bulunmaktadır. Örneğin Üstündağ, fiili karinelerin ispat yükünü değiştireceği görüşündedir. Kuru da fiili karinenin ispat yüküne bir istisna olmadığı, lehine olan tarafı ispattan kurtardığı görüşündedir.
İçtihatlarda benimsenen yaklaşımın ise, fiili karinelere, yaşamın olağan akışına dayanan tarafın ispatla zorunlu olmadığı yönünde olduğu görülmektedir. Yargılamada ileri sürülen iddia veya savunmanın dayanağı olan vakıaların hayatın olağan akışına uygun olduğu kabul edilirse, ispat yükü artık bu vakıaların aksini iddia eden tarafa geçmektedir. Yargıtay uygulamasında da ispat yükünün, hayatın olağan akışına aykırı iddia ve savunmada bulunan tarafa düşeceği görüşü benimsenmektedir. Bir başka deyişle, hayatın olağan akışına aykırı bir vakıayı iddia veya savunmasına dayanak olarak ileri süren taraf, bu dayandığı vakıayı ispatla yükümlü olup, hayatın olağan akışına uygun bir vakıaya dayanan taraf bu vakıayı ispat yükümlülüğü altında değildir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun bir kararında da fiili karine ve hayatın olağan akışı kriterine göre ispat yükünün belirlenmesi konusunda “Ne var ki, genel yaşam deneyimlerine ve yaşamın olağan akışına dayanan kişi, artık bu iddiasını ispatla yükümlü değildir. Bilindiği gibi bu kurallar, yani eylemli (ya da beşeri) karine denen yaşam deneyi kuralları, tarafların olay iddialarının doğruluğu veya bir delilin güvenilebilirlik derecesi hakkında hakimin kanaat edinmesine yarayan, yaşam deneyimlerinin ortaya koyduğu değer hükümleridir… Delil değerlendirme serbestisinin yürüdüğü alanlarda (HUMK. m. 240) bu değer hükümleri dolaylı olarak hakim tarafından göz önünde tutulur… Hakim, hakkında delil gösterilmemiş olay iddiasının doğruluğunu, yaşam deneyimi kurallarına dayanarak kabul edebilir ve bu durumda delil gösterme yükü, o olayın aksini ileri süren tarafa geçer.” şeklinde yorum ve açıklama getirilmiştir.
Yine Yargıtay bir başka kararında[5] hayatın olağan akışına aykırılığın veyahut fiili karinelerin ispat yükü üzerindeki etkisine ilişkin olarak “…Gerçekten de, olağan bir duruma dayanan tarafın, bu iddiasını kanıtlama yükümlülüğü altında olmadığı, ispat yükünün, normal durumun aksini iddia eden tarafın üzerinde olduğu; başka bir anlatımla, belli olaylardan, belli olmayan bir olay için çıkarılabilen durumlara dayalı fiili karine lehine olan tarafın, ispat yükü altında bulunmadığı, karinenin aksini kanıtlama yükümünün bunu iddia edenin üzerinde olduğu, yargılama hukukunun temel ilkelerindendir…” şeklinde değerlendirmelere yer vermiştir.
Hukuk Desteği
[1] TAŞPINAR, S. Fiili Karinelerin İspat Yükü Dağılımındaki Rolü, S. 551
[2] DEMİR, A. Yargıtay İçtihatlarındaki Hayatın Olağan Akışı Kriteri ve İslam Hukukundaki Zahiri Hal Delili
[3] DEMİR, A. Yargıtay İçtihatlarındaki Hayatın Olağan Akışı Kriteri ve İslam Hukukundaki Zahiri Hal Delili
[4] TAŞPINAR, S. Fiili Karinelerin İspat Yükü Dağılımındaki Rolü, S. 564
[5] 10. HD, 20.10.2009, 2009/8955 E., 2009/15860 K.