TAZMİNAT DAVALARINDA ZARARIN BELİRLENMESİ

Bilindiği üzere, kişinin uğramış olduğu haksız fiil nedeniyle zararının giderilmesi için yetkili ve görevli mahkeme nezdinde -kural olarak mağdur tarafından- açılan dava, tazminat davası olarak isimlendirilmektedir. Bu davanın içerisinde belirlenmesi gereken en önemli iki unsur, haksız fiil nedeniyle meydana gelen zarar oranı ve bu zarar karşısında hükmedilecek olan tazminat tutarıdır. Tazminat tutarının belirlenmesinde zarar oranın etkisi olduğundan, bu yazımızda bunun nasıl belirlendiğini inceleyip bir sonraki yazımızda da zarar oranına göre tazminat tutarının belirlenmesini ele alacağız.

Türk Borçlar Kanunu’nun (“TBK”) zarar ve kusurun ispatı başlıklı “Zarar gören, zararını ve zarar verenin kusurunu ispat yükü altındadır. Uğranılan zararın miktarı tam olarak ispat edilemiyorsa hâkim, olayların olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak, zararın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirler.” şeklindeki 50. maddesi zararın nasıl belirleneceğini hüküm altına almıştır. Alıntılanan madde hükmünde de yer aldığı gibi zararın miktarının ispatı, ilk olarak davacı tarafın üzerinde olsa da özellikle kazanç mahrumiyeti gibi durumlarda zararın miktarının davacı tarafından ispat edilmesi pek mümkün olmadığından; zarar miktarının ispat edilemediği bu gibi durumlarda zararı, olayların olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak tespit etmek hakime düşmektedir. Ancak hakimin bu tespiti yapması için var olan delillerin sunulması yine davacıya düşmektedir.

Zarar miktarının tespitinde hangi tarihin esas alınacağı konusu tartışmalıdır. Öğretide hakim olan görüş, hüküm tarihinin esas alınması yönündeyse de; Yargıtay’ın görüşü, zararın meydana geldiği tarihin esas alınması yönündedir.

Önemli bir başka hususa daha değinmek gerekirse, haksız fiil; mağdura zarar verirken bir yandan da bazı yararlar sağlamışsa, bu yararların tespit edilecek zarar miktarından düşülmesi gerekmektedir. Bu işlem, yararların mahsubu diğer bir ifadeyle denkleştirilmesi olarak adlandırılmaktadır. Meydana getirilen fiil neticesinde mağdura sigortadan ödenen paranın, tespit edilecek zarar oranından düşülmesi bu duruma örnek gösterilebilmektedir.

Uygulamada zarar oranının nasıl belirlendiğinin daha net anlaşılması adına, Yargıtay’ın ilgili bir kararını alıntılamaktayız; Yargıtay 17. Hukuk Dairesi, 15.10.2019 T., 2017/485 E., 2019/9402 K.; “Somut olayda davacı vekili, kazadan önce genç ve beğenilen genç bir kadın olan müvekkilinin, kazadan sonra yüzünde sabit izler kaldığından bahisle manevi yıkıma uğradığını, kazadan önce kısa süreli işlerde çalıştığını beyan etmek suretiyle, ekonomik geleceğinin sarsılması nedeni ile maddi tazminat talep etmiş, davacı tanığı … ise; davacının kazadan önce anketörlük yaptığını beyan etmiş olup, mahkemece bu hususlarda araştırma ve inceleme yapılmaksızın karar verilmiştir. Eksik inceleme ile hüküm kurulamaz.
Bu durumda Mahkemece yapılacak iş, davacının kaza tarihinde anketör olarak çalışıp çalışmadığı belirlendikten sonra, yüzünde sabit iz oluştuğuna ilişkin iddiasına yönelik Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulundan, davacı bizzat hazır edilerek yeni ve denetime uygun bir rapor alınarak, daha sonra yüzde sabit izin tespiti halinde, davacının yaşı, medeni hali, sosyal durumu ve mesleği dikkate alınmak suretiyle, davacının varsa yaralanması nedeni ile ekonomik geleceğin sarsılması sonucu oluşan zararın uzman bilirkişi tarafından belirlenmesi gerekirken, eksik araştırma ile yazılı olduğu şekilde karar verilmiş olması doğru görülmemiştir.”
şeklinde hüküm kurmaktadır.

Hukuk Desteği

iletisim: [email protected]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir