Culpa in contrahendo, sözleşme kurulmadan önceki görüşmeler sırasında taraflardan biri tarafından meydana getirilen kusurlu davranışı ifade etmektedir. Bu davranış; karşı tarafı aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirilmemesi, sözleşme yapma niyeti olmadan veya edimin (borcun konusunun) imkansız olduğu bilinerek sözleşme görüşmelerine girişilmesi, sözleşmenin bir tarafının diğer tarafı bilerek ve isteyerek yanıltması gibi çeşitli durumlarda ortaya çıkabilmektedir. Esas olarak yapılan bu kusurlu davranışların dayanağını, Türk Medeni Kanunu’nun (“TMK”) 2. maddesinde “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” şeklinde ifade edilen dürüstlük kuralı oluşturmaktadır. Buraya kadar açıklanan hususlarda tartışma bulunmasa da, culpa in contrahendo sorumluluğunun borca aykırılık mı yoksa haksız fiil hükümlerine mi dayandırılacağı oldukça tartışma konusu yaratmaktadır.
Öncelikle bu sorumluluğu haksız fiile dayandıran görüşler borca aykırılığa göre her ne kadar hatırı sayılır bir ağırlık teşkil etse de; 22 Nisan 1926’da kabul edilen ve 4 Ekim 1926’da yürürlüğe giren Türk Borçlar Kanunu’nun (“TBK”) hazırlıklarında örnek alınan İsviçre Federal Mahkemesi’nin eğiliminin borca aykırılık hükümlerinden yana olması, Türk Hukuku uygulamasındaki eğilimi büyük ölçüde belirlemiştir. Ardından İsviçre Federal Mahkemesi’nin geçen zamanla birlikte bu sorumluluğun haksız fiile dayandırılmasının zamanaşımı gibi hususlar yönünden zarara uğrayan kişiye avantaj sağlayacağına kanaat getirerek tam tersi bir görüşe doğru kayması Yargıtay’ı etkilememiştir. Başka bir söyleyişle Yargıtay, İsviçre Federal Mahkemesi’nin ilk görüşünü terk etmeyerek Alman Federal Mahkemesi’yle birlikte aynı çizgide devam etmektedir.
Culpa in contrahendo sorumluluğunun borca aykırılık hükümlerine tabi tutulmasının sebebi, sözleşme kurulmamış dahi olsa sözleşme görüşmelerine girişen kişilerin kendilerine yüklenen sorumluluklara uyması ve dürüst bir kişinin yerine getirmesi gereken davranışları yerine getirmesinin gerekliliğidir. Hal böyle olunca da Türk mevzuatına göre uygulanması gereken hüküm, TBK’nin borcun ifa edilememesinin sonuçları ayrımında bulunan “Borç hiç veya gereği gibi ifa edilmezse borçlu, kendisine hiçbir kusurun yüklenemeyeceğini ispat etmedikçe, alacaklının bundan doğan zararını gidermekle yükümlüdür.” şeklindeki 112. maddenin uygulanması gerekmektir. Ancak önemle belirtilmelidir ki; culpa in contrahendo sorumluluğu sonucu oluşan zararın bu hükme dayanılarak giderilmeye çalışıldığı durumlarda, -özel bir hükmün bulunduğu sözleşme görüşmeleri hariç- giderilen zarar sadece olumsuz zararlardır. Başka bir deyişle culpa in contrahendo sorumluluğu doğduktan sonra, sadece sözleşme görüşmeleri hiç yapılmasaydı kişinin uğramayacağı zararlar giderilmektedir; görüşmeler sözleşmeye dökülseydi elde edilecek kalemler tazmin edilmemektedir.
Ele alınan konunun daha iyi kavranması adına, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun ilgili kararını alıntılamaktayız; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 13.02.2013 T., 2012/1220 E., 2013/239 K.; “Bu yeni belirlenen sorumluluk türlerinden olan sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluğu (culpa in contrahendo) genel bir ifadeyle belirtmek gerekirse, sözleşme görüşmeleri aşamasında taraflardan birinin diğerine veya onun koruması altında bulunan kişilere, aralarında dürüstlük kuralı (MK. m. 2) gereğince ortaya çıkan güven ilişkisinin ihlali sonucu meydana gelen sorumluluktur. Zira, sözleşme görüşmelerine başlanmasıyla birlikte taraflar arasında temeli dürüstlük kuralına dayanan bir güven ilişkisi meydana gelir ve bu ilişki koruma yükümlerini de içerir. Bundan dolayı sözleşme görüşmelerinde taraflardan her biri veya yardımcıları, diğer tarafa veya onun himayesinde bulunan kişilerin şahıs ve mal varlıklarına zarar vermeyi engellemek için gerekli dikkat ve özeni göstermek ve koruma yükümlerine uymak zorundadırlar. Çünkü, koruma yükümleri, ifa menfaati dışında kalan diğer şahıs ve mal varlığı değerlerine zarar vermemeyi ihtiva eder. Sözleşme öncesi koruma yükümlerinin ihlali, sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluğa sebebiyet verir. Diğer taraftan, taraflar arasında bir hukuki ilişki söz konusu olduğunda, bunun ihlalinin haksız fiil olduğunu söylemek mümkün değildir. Çünkü haksız fiilde, zarar verici davranışın işlendiği aşamada taraflar arasında daha önce kurulmuş bir hukuki ilişki yoktur. Bu sebeple sözleşme görüşmelerindeki bir yüküm ihlali haksız fiil olarak nitelendirilemez. Sözleşme görüşmeleri ile ortaya çıkan güven ilişkisinin ihlaline kıyasen sözleşme hükümlerinin uygulanması daha uygun olacaktır. Sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluk, yalnızca sözleşmenin geçerliliğine güvenden doğan zarardan (olumsuz zarardan) sorumluluğu değil, Medeni Yasa, m. 2, I’deki dürüstlük kurallarına dayanan “güven ilkesi”nden kaynaklanan karşı tarafın kişi ve mal varlığına zarar vermemek yolundaki davranış yükümüne aykırılıktan doğan sorumluluğu da kapsar.” şeklinde culpa in contrahendo sorumluluğunu detaylı olarak açıklamaktadır.
Son olarak, görüşmeler sırasında doğan kusurlu davranıştan sonra esaslı unsurlar dahil edilerek geçerli bir sözleşme kurulmuşsa ve sözleşme kurulmadan meydana getirilen kusurlu davranış; sözleşmeden doğan borcu olumsuz etkiliyorsa, burada zaten dayanılacak hükümler tartışma getirmeksizin borca aykırılık hükümleridir.
Hukuk Desteği