AVUKATIN HAKSIZ YERE BAROYA ŞİKAYET EDİLMESİ KİŞİLİK HAKKI İHLALİ OLUŞTURUR MU – I

En yaygın tanımıyla kişilik hakkı, kişinin; maddi, manevi ve iktisadi varlığı üzerindeki haklarıdır. Kişilik haklarının kapsamına kişinin; yaşamı, vücut bütünlüğü, sağlığı, yaşam alanı, resmi, şeref ve haysiyeti üzerindeki hakları girmektedir. Haksız yere baroya şikayet edilmesi sonucunda avukatın ihlal edilen kişilik hakkıysa, şeref ve haysiyeti üzerindeki hakkıdır.

Şeref ve haysiyet gündelik yaşamda birbirlerini karşılar anlamlarda kullanılsa da haysiyet, kişinin öz saygısını; şerefse, kişinin bulunduğu sosyal çevrede saygı görmesini sağlayan niteliklerin tümünü ifade etmektedir. Bu tanımdan hareketle kişinin öz saygısı ve bulunduğu sosyal çevrede saygı görmesini sağlayan nitelikleri azaltan, kişiyi küçük düşüren söylemler ve eylemler, bu söylem ve eylemlerin yöneldiği kişinin kişilik haklarını ihlal etmektedir. Ancak önemle eklemek gerekir ki; belirtilen eylem ve söylemlerin saldırı mahiyetinde kabul edilebilmesi için doğrudan belli bir kişiye ya da kişilere yöneltilmesi gerekmektedir. Bu şart gerçekleştikten sonra ihlalin sözlü ya da yazılı gerçekleşmesi ya da saldırıyı meydana getiren kişi ya da kişilerin saldırıdan bir menfaat edip etmemesi -saldırı sonucu açılacak maddi/manevi tazminat davalarında tazminatın tutarının belirlenmesinde dikkate alınsa da- herhangi bir önem taşımamaktadır.

Kişilik haklarına yapılan müdahalenin hukuka aykırı olarak kabul edilmesi içinse Türk Medeni Kanunu (“TMK”) m.24/2’ye göre yapılan müdahalenin bünyesinde, hukuka uygunluk sebebi (üstün kamusal yarar, kanundan doğan yetki vs.) bulundurmaması gerekmektedir. Ayrıca yapılan müdahalenin hukuka aykırı olup olmadığı değerlendirilirken, şeref ve haysiyeti yönelen söylemlerin objektif olarak doğrulanabilir olma durumu da önem taşımaktadır. Örneğin şeref ve haysiyete yönelen söylem, doğrulanabilir bir olguya dayanıyorsa bu söylemlerin çarptırılmaması gerekmektedir. Bu aşamada asıl dikkat edilmesi gereken husus; doğrulanabilir bir olguya dayandırılamayan söylemlerin düşünce ve ifade özgürlüğünü mü yoksa kişilik haklarının ihlalini mi oluşturacağıdır. Çoğu zaman kişisel düşünce ve değerlendirmeler yöneldiği kişiyi -düşünce ve ifade özgürlüğünün kapsamına dahil edilemeyecek derecede- yeriyorsa bu durum da kişilik haklarının ihlali olarak kabul edilmektedir.

Belirtmek gerekir ki kişiye yönelen bir söylem veya eylemin yanıltıcı, yerici olup olmadığının değerlendirmesi de, yönelen kişinin hissettiği duygu ve algılamasından ziyade ortalama bir kişinin söylem veya eylemden ne algıladığına göre yapılmalıdır.

Son olarak açıklanan konunun daha iyi anlaşılması adına, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun ilgili kararını alıntılamaktayız; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 2017/4-1372 E., 2018/1106 K., 16.5.2018 T.; “Dava, haksız şikâyet sebebiyle kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir. Eldeki davada, davalının vekâlet ilişkisinin sona erdiğine ve davacıyı ibra ettiğine dair imzalı bir yazı vermiş olmasına rağmen, davacının ibranameyi kaybetmesi üzerine davacı hakkında gerek Cumhuriyet Savcılığına, gerek İstanbul Barosuna şikâyet dilekçeleri vermek, gerekse hukuk mahkemesinde tazminat talebiyle dava açmak suretiyle hak arama özgürlüğünün kötüye kullanıldığı, Anayasal şikâyet hakkının sınırlarının aşıldığı ve böylece davacının kişilik haklarına saldırıda bulunduğu hususunda herhangi bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.” şeklinde, konu hakkında hüküm kurmuştur.

Hukuk Desteği

iletisim: [email protected]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir