DİLEKÇE HAKKININ KULLANILMASI İLE İFTİRA SUÇU ARASINDAKİ FARKLAR

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu (“TCK”), 267. maddesinin “Yetkili makamlara ihbar veya şikayette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği halde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” hükmüyle iftira suçunu düzenlemiştir. Madde metninden de anlaşıldığı üzere, failin iftira suçunu işlemesi için; işlemediğini bildiği halde bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat etmesi ve bu husustaki amacının mağdurun yargılanmasını veya idari bir yaptırıma uğramasını sağlamak olması gerekmektedir. 

Anayasamızın 36. maddesinde; herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu, 40. maddesinde; Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkesin, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkının bulunduğu, 74. maddesinde; vatandaşların ve karşılıklılık bulunması koşuluyla Türkiye’de oturan yabancıların, kendileriyle veya kamu ile ilgili hususlarda dilek ve şikâyet haklarının bulunduğu düzenlenmiştir. Bu anayasal hak ve özgürlükler, bireylerin, idare ve diğer bireylerle ilişkilerinde çıkarlarını ve özgürlüklerini korumak amacıyla devlet organlarına başvurmalarına imkan tanımaktadır.

Bu yazımızda, bireylerin Anayasa’da tanınan bu hak ve özgürlüklerini kullanması neticesinde üçüncü kişiler aleyhine soruşturma ve kovuşturma yapılması veya idari bir yaptırımın uygulanması sonrasında, ilgili kişinin masum olduğunun ortaya çıkmasıyla iftira suçunun oluşup oluşmayacağı tartışılacaktır.

İftira suçunun oluşabilmesi için, iftira suçunun failinin, hukuka aykırı fiil isnat ettiği kişinin bu fiili işlemediğini bilmesi gerekmektedir. Bu açıdan, iftira suçu ancak doğrudan kastla işlenebilir. Ancak bu suçun oluşabilmesi için, doğrudan kast tek başına yeterli olmayıp; ayrıca failin, hukuka aykırı fiil isnat ettiği kimse hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak amacıyla hareket etmesi gerekir. Bu nedenle, iftira suçu açısından failde kastın ötesinde, özel kastın bulunması gerekmektedir. Dolayısıyla; failin, belirli olay veya olgulardan yola çıkarak isnat ettiği fiilin mağdur tarafından işlendiğine dair inancı ve şüphesi ile ihbar veya şikayette bulunması, dilekçe hakkı kapsamında değerlendirilecek olup, bu fiil sonucunda iftira suçunun unsurları oluşmayacaktır.

Aşağıda, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun konu ile ilgili bir kararından alıntıya yer vermekteyiz:

“…Öte yandan, iftira suçunun oluşabilmesi için, iftira suçu failinin, hukuka aykırı fiil isnat ettiği kişinin bu fiili işlemediğini bilmesi gerekmektedir. Bu açıdan, iftira suçu ancak doğrudan kastla işlenebilir. Ancak bu suçun oluşabilmesi için, doğrudan kast tek başına yeterli olmayıp; ayrıca failin hukuka aykırı fiil isnat ettiği kimse hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir müeyyideye maruz kalmasını sağlamak amacıyla hareket etmesi gerekir. Bu nedenle, iftira suçu açısından failde kastın ötesinde belirtilen amacın varlığı, bir başka deyişle özel kastın bulunması gerekmektedir. Dolayısıyla; failin, belirli olay veya olgulardan yola çıkarak, isnat ettiği fiilin mağdur tarafından işlendiği inancı ve şüphesi ile ihbarda bulunması hâlinde iftira suçunun unsurları oluşmayacaktır…” Yargıtay Kararı – CGK E.2016/193 K.2019/351 

 Hukuk Desteği

iletisim: [email protected]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir