ANAYASA MAHKEMESİ’NİN KURULUŞ VE YAPISI – I

Anayasa Mahkemesi’nin kuruluşu 1961 Anayasası ile gerçekleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin kuruluşu, görev ve yetkileri, yargılama ve çalışma usulü ile kararlarının niteliği, ilk olarak 1961 Anayasası’nın 145-152. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Bu düzenlemenin ardından Anayasa Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Kanun, 22 Nisan 1962 ‘de kabul edilmiş ve 25 Nisan 1962 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Mahkeme’nin kurulduğu 1961 yılından bireysel başvuru (anayasal şikayet) usulünün kabul edildiği 2010 yılına kadar bu Yüksek Mahkeme’nin görev ve yetkileri; norm denetimi (soyut ve somut norm), Yüce Divan sıfatıyla Anayasa’nın ilgili maddelerinde sayılan kişileri yargılamak ve siyasi partilerin kapatılmasıyla ilgili davaları karara bağlayıp yine siyasi partilerin gelir/gider hesaplarını yapmakla sınırlıydı.

1961 Anayasası’nın 145. maddesinde belirtildiği üzere, Anayasa Mahkemesi on beş asıl ve beş yedek üyeden oluşurken; bu üyelerden dördü Yargıtay, üçü Danıştay, biri Sayıştay Genel Kurulu tarafından, iki üye Cumhuriyet Senatosu, üç üye Türkiye Büyük Millet Meclisi (“TBMM”), geriye kalan iki üyeninse biri Askeri Yargıtay diğeri de Cumhurbaşkanı tarafından seçilmekteydi. Aşağıda açıklanacağı üzere, Anayasa değişiklikleriyle bahsi geçen esaslar büyük ölçüde farklılaşmıştır.

2010 yılında Anayasa Mahkemesi’nin görev ve yetkileri arasına bireysel başvuru usulünün dahil olması hakkındaki tasarı bile, diğer yüksek mahkemeler çevresinde oldukça büyük bir tartışmaya yol açmıştır. O zamanlar tasarı aşamasında olan bireysel başvuru yoluna gitmek için belirlenen esas koşullardan biri; diğer kanun yollarının tüketilmesi olduğundan ve kanun yolları tüketilirken gidilmesi gereken en üst mercinin Yargıtay ve Danıştay kabul edilmesi nedeniyle, bireysel başvurunun tamamına yakın bir kısmı bu üst mercilerin kararlarına yöneltileceğinden ilk eleştiri doğallıkla Yargıtay ve Danıştay’dan gelmiştir.

Diğer yüksek mahkemeler bu tartışmalarında; Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru yoluyla yüksek mahkemeler arasındaki eşitliği bozacağı, Anayasa Mahkemesi’nin en üst düzey temyiz mercisi haline geleceğini ileri sürmüşlerdir. Ancak bu tepkiler, Anayasa’nın üstünlüğünü göz önünde tuttuğumuzda bizce dayanaktan yoksundur. Başka bir söylemle; Anayasa Mahkemesi’nin diğer yüksek mahkemeler arasındaki bir üstünlüğünden söz edilecekse bu üstünlük Mahkeme’nin değil, Anayasa’nın üstünlüğünden ileri gelmektedir.

Öncelikle belirtmek gerekir ki; yüksek ve yerel mahkeme ayrımına gidilmesine gerek olmadan her mahkemenin emeli, temel hak ve özgürlüklerin koruyucusu olup hukukun üstünlüğünü sağlamaktır. Ayrıca tüm açıklamalara rağmen hala bireysel başvurunun Anayasa Mahkemesi’ne bir üstünlük getireceği kanısı savunulacaksa; bu üstünlük Mahkeme’nin görev ve yetkileri arasına bireysel başvuru usulünün dahil olmasıyla meydana gelmemektedir. 1961 Anayasası kabulü sonucunda Anayasa Mahkemesi’nin kurulmasıyla birlikte, bahsi geçirilen üstünlük zaten Mahkeme’nin bünyesinde daimi olarak barınmaktadır. Hatta bu husus 1982 Anayasası’nın 153. maddesinde, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.” şeklinde hükme de bağlanmıştır.

Alıntılanan maddeyi daha yakından incelemek gerekirse; diğer mahkemelerin kararları (Yargıtay’ın İçtihadı Birleştirme Kararları hariç) kendilerini bile bağlamazken, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararlar tüm yargı organları için bağlayıcıdır. Bu aşamada eklemek gerekir ki; Yargıtay ve Danıştay’ın verdiği kararlara yerel mahkemelerin direnme hakları varken, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına diğer mahkemeler tarafından direnilmesi mümkün değildir.

                                                                                                             Hukuk Desteği

iletisim: [email protected]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir